Frankenstein

GUILLERMO DEL TORO’NUN FRANKENSTEIN’I: Bilimin Kibri ve Yalnızlığın Trajedisi
“Frankenstein”, sinema dünyasının gotik estetiğe ve ‘canavarların’ insani yanına olan tutkusuyla tanınan usta yönetmeni Guillermo del Toro’nun (GDT) uzun süredir hayalini kurduğu bir projenin gerçekleşmiş halidir. 2025 yılında Netflix’te yayınlanacak olan bu film, Mary Shelley’nin 19. yüzyıl klasiği olan aynı adlı romanın, duygusal derinliği ve operatik görselliği öne çıkaran yeni bir yorumudur. Del Toro’nun kendisinin yazdığı ve yönettiği bu versiyon, klasik korku beklentilerini bir kenara bırakarak, hikayeyi baba-oğul ilişkileri, aidiyet, dışlanmışlık ve yaratıcının kibri üzerine kurulu derinlikli bir Gotik drama olarak yeniden biçimlendiriyor.
Film, sadece bir bilim insanının dehşet verici deneyini anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda Yaratık’ın insani acısını ve Victor Frankenstein’ın kendi yarattığı yıkımla yüzleşmesini de merkeze alıyor. Oscar Isaac, Jacob Elordi, Mia Goth ve Christoph Waltz gibi yıldızlardan oluşan iddialı kadrosu ve Venedik Film Festivali’ndeki ilk gösteriminde aldığı uzun ayakta alkışlarla şimdiden sinema yılının en önemli yapımlarından biri olacağının sinyallerini vermiştir. Del Toro, korkutmaktan çok kalplere dokunacak, lirik ve dokunaklı bir müzikle desteklenen, melankolik bir Gotik eser sunmayı hedeflemektedir.
Konu: Victor Frankenstein’ın Kibri ve Yaratığın Trajik Kaderi
Guillermo del Toro’nun “Frankenstein” yorumu, Mary Shelley’nin romanının felsefi ve duygusal katmanlarına derinlemesine inmeyi amaçlamaktadır. Film, dahiyane ancak kontrol edilemez bir kibre sahip bilim insanının, doğanın yasalarını hiçe sayarak yarattığı trajik bir varlığın hikayesini anlatır.
Yaratan ve Yaratılanın Çatışması
Hikayenin merkezinde, genç, zeki ve egoist bilim insanı Dr. Victor Frankenstein (Oscar Isaac) yer alır. Victor, ölümle yaşam arasındaki çizgiyi zorlayan korkunç bir deney gerçekleştirir: Ölü dokuları birleştirerek bir canlıya, Yaratık’a (Jacob Elordi) hayat verir. Ancak Victor’ın bilime olan saplantısı ve kibiri, yarattığı varlığın dehşet verici görünümü karşısında yerini iğrenmeye ve korkuya bırakır.
Victor, yarattığı canavarı derhal terk eder, onu bu dünyaya yalnızlık ve dışlanmışlık içinde bırakır. Film, bu noktadan sonra hem Victor’ın bilimsel sorumluluğu ve vicdan azabı hem de Yaratık’ın kabul görme ve sevgi arayışı etrafında gelişir. Del Toro, filmin bu aşaması için “baba-oğul ilişkileri” ve “aidiyet” temalarının altını çizerek, hikayenin bir korku filmi değil, derin bir duygusal yolculuk olacağını vurgulamıştır.
Trajik İntikam ve Yıkım Döngüsü
Terk edilmiş ve dünyadan nefret eden Yaratık, zamanla insan doğasının karanlık yanlarını öğrenir ve kendisini yaratan ustasından intikam alma çabasına girer. Yaratığın Victor’ı bulma arayışı ve ikilinin kaçınılmaz karşılaşması, Victor’ın nişanlısı Elizabeth (Mia Goth) ve ailesi de dahil olmak üzere çevrelerindeki hayatları paramparça eder.
Filmin atmosferi, Del Toro’nun imzası olan “Gotik romantizm” ve “harabelere duyulan hayranlık” ile doludur. Kulelerin uçurumlarda sallandığı, mahzenlerin yankılandığı ve kar içinde imkânsız elbiseler giyen karakterlerin bulunduğu bu evren, trajediyi ve melankoliyi derinleştirmektedir. Charles Dance‘ın canlandırdığı Victor’ın babası Leopold Frankenstein ve Christoph Waltz‘un hayat verdiği Henrich Harlander gibi karakterler, hikayenin toplumsal baskı ve bilimin etik sınırları gibi yan temalarını besleyecektir. Film, Yaratık’ın ve Yaratıcının kaçınılmaz yıkıma doğru ilerleyen trajik sonunu gözler önüne serecektir.
Del Toro’nun Vizyonu, Oyuncular ve İlk Eleştiriler: Gotik Bir Şaheser
“Frankenstein”, sadece oyuncu kadrosuyla değil, aynı zamanda yönetmenin hikayeye olan derin kişisel bağlılığı ve sanatsal vizyonuyla da eleştirmenlerin ve izleyicilerin odak noktası haline gelmiştir.
Yönetmen Guillermo del Toro’nun Kişisel Bağlantısı
Guillermo del Toro, Mary Shelley’nin romanını “dünyadaki en sevdiği roman” olarak nitelendirmiş ve bu projeyi on yılı aşkın süredir hayata geçirmeyi hayal etmiştir. Bu film, GDT’nin kariyeri boyunca dışlanmış canavarların içindeki insaniyete duyduğu sevginin doruk noktasıdır. Yönetmen, filmin korkutucu değil, “lirik ve duygusal” bir tonda olacağını net bir şekilde ifade etmiştir. Del Toro’nun Meksikalı, Katolik ve Latin-Amerikalı bakış açısının hikayeye yüksek tutku ve operatik bir anlatım katması beklenmektedir. Bu kişisel ve duygusal yaklaşım, Pinokyo ve Suyun Sesi gibi önceki eserlerinde de görülen, canavarın kalbindeki kırılganlığı keşfetme geleneğini sürdürmektedir.
Yıldızlarla Dolu Kadro ve Dönüşümsel Performanslar
Filmin başarısının anahtarı, başroldeki iki oyuncunun dönüşümsel performanslarıdır:
- Oscar Isaac (Victor Frankenstein): Dahiyane ve kibirli bilim insanı rolünde Isaac’ın, Victor’ın megalomanisini ve sonrasındaki pişmanlığını ne kadar etkileyici canlandırdığı merak konusudur. Isaac’ın yoğun ve tutkulu oyunculuğu, karakterin trajedisini derinleştirecektir.
- Jacob Elordi (Yaratık): Genç yıldız Elordi’nin, Yaratık’ın bedensel deformitesinin ötesindeki zekasını, acısını ve yalnızlığını nasıl yansıttığı, filmin duygusal ağırlığını belirleyecektir. İlk yorumlar, Elordi’nin bu rolde “ufuk açıcı” (revelatory) bir performans sergilediğini öne sürmektedir.
Kadroda ayrıca, Christoph Waltz, Charles Dance ve Mia Goth gibi usta isimlerin yer alması, filmdeki her karakterin hikayenin trajik dokusuna önemli bir katkı sağlayacağını göstermektedir.
Erken Eleştiriler ve Sanatsal Başarı
“Frankenstein”, Venedik Film Festivali’ndeki ilk gösteriminin ardından eleştirmenlerden genel olarak olumlu tepkiler almıştır:
- Görsel Zenginlik: Eleştirmenler, filmin gösterişli ve görsel açıdan zengin Gotik estetiğini övmüştür. Del Toro’nun yaratıcılığı, her sahneyi adeta bir sanat eseri haline getirmiştir.
- Duygusal Derinlik: Filmin bir korku filmi olmaktan çok, melankolik bir aşk ve yalnızlık hikayesi olarak işlenmesi, romanın özüne sadık kalınarak derinlikli bir anlatım sunulduğu anlamına gelmektedir.
- Müzik: Ünlü besteci Alexandre Desplat’ın lirik ve dokunaklı müzikleri, Del Toro’nun duygusal tonunu mükemmel bir şekilde desteklemiştir.
Metacritic puanının 73/100 civarında olması, filmin genel kabul gördüğünü ancak operatik ve abartılı anlatımının bazı izleyiciler için tartışmalı olabileceğini göstermektedir. Ancak genel kanı, Del Toro’nun klasik bir hikayeyi kendi sanatsal ruhuyla dirilttiği ve sinemanın özünü yaşattığı yönündedir.



